13 Şubat 2009 'Otel ve Diğerleri' etkinliğimizden...

Çizgelikedi Görsel Kültür Merkezi'nde, Emin Aydoğan'ın 'Otel ve Diğerleri' Sergisindeki Fotoğraflarından Yola Çıkılarak İnsan-Mekân İlişkisi ve Belgesel Fotoğrafçılık Üzerine Bir Söyleşi Gerçekleşti.



Emin Aydoğan’ın, İzmir’in yaşayan en eski otellerinden Yeni Şükran Oteli’nde bizzat yaşarken gerçekleştirdiği çekimlerle ortaya çıkardığı 'Otel ve Diğerleri' adlı sergisinden seçilen fotoğrafların bir gösterisi 13 Şubat 2009 Cuma günü, İzmir-Üçkuyular'daki Çizgelikedi Görsel Kültür Merkezi’ndeydi. Gösterinin yanısıra Emin Aydoğan, Emel Kayın ve konuk izleyicilerin katılımları ile bir de söyleşi gerçekleşti.



Hem fotoğraflarının niteliği, hem de konusuyla kurduğu ilişki nedeniyle insanın içini umutla, iyi duygularla dolduran güzel bir sergiyi daha yaygın bir biçimde paylaşmak ve iyi bir fotoğrafçıyı da tanıtmak dileği ile Şubat ayı etkinliğimizi 'Otel ve Diğerleri'ne ayırmıştık; gerek konuşmacıların, gerekse konukların etkin katılımları ile yeni yorumlarla zenginleşerek derinleşen bir söyleşi gerçekleşmesini mutluluk verici buluyor ve katılan herkese teşekkür ediyoruz.

Yaygın belgesel fotoğrafçılık uygulamalarında genellikle konusuna dışarıdan bakan, 'batıdan doğuya', neredeyse 'oryantalist' denebilecek bir bakışın sözkonusu olduğunun ve
bu sergi vesilesi ile, belgesel fotoğrafın kırması gereken bu 'kod' üzerine bir tartışma fırsatı doğmasını önemsediğimizin altını çizmek istiyoruz.



Gösteri öncesi ve sonrasında İzmir Oteller Tarihi’ adlı bilimsel çalışma ve 'Mekân Hikayeleri’ adlı öykü kitaplarının yazarı mimar Yrd.Doç.Dr. Emel Kayın, kentin kimliğine ait mekânlara ve insan mekân ilişkisine dair düşüncelerini , Emin Aydoğan fotoğraflarının oluşum süreci ve hem çalışma mekanı hem de yaşadığı yer olan Yeni Şükran Oteli'ne ilişkin duygularını aktardı.


“Sistem taleplerimizi, taleplerin değişmesi her şeyi değiştiriyor”

Emel Kayın konuşmasına, ‘insanı
bir oteli bir sergi konusu yapmaya götürebilecek arka plana dikkat çekmeyi amaçladığını' söyleyerek başladı ve şöyle devam etti:
'...bir mekânı fotoğraflamanın, yazmanın, düşünmenin, araştırmanın pratikleri, duygu ve düşünce dünyası neler olabilir, bunlar hep önemsediğim sorular olmuştur. İzmir Oteller Tarihi üzerine ilk çalışmaya başladığımda bu şehrin bu konuda ilginç bir yer olduğunu farkettim. İzmir; İstanbul gibi, Beyrut gibi, Selanik gibi erken modernleşme sürecine girdi ve kozmopolit bir şehir olarak 19. yy'da endüstri devriminin bütün getirilerine de çabuk adapte oldu. O zamana dek varolan atlı arabalar ile yapılan seyahatlerden farklı olarak demiryolları ve buharlı gemiler ile yeni bir tür turizm ortaya çıktı, gezginler ortaya çıktı. Yolculuktaki konfor düzeyi arttıkça konaklamadaki konfor beklentisi artıyor. Talepler değişiyor ve her şey değişiyor... Bugün de olduğu gibi,
tüketim toplumu bizlere bir şeyler vazediyor ve ikili ilişkilerimizden, satın alma biçimimize, ayakkabımıza, aşk ilişkimize kadar talebimizi değiştiriyor sistem. Konaklama anlayışı ile aynı zamanda talepler de değişti. Oteller de böylece bizim ülkemize Avrupalı tüccarlar aracılığı ile geldi, önce İstanbul'a Pera'ya ve aşağı yukarı eşzamanlı olarak İzmir'e de geldi, ilk olarak Frenk mahallesine ve sonra da Kemeraltı'na sirayet etti. Önce varlıklı, güçlü aileler bu işe giriştiler, ki bu nedenle bir çok otel belediye başkanlarının adını taşır, Yeni Şükran Oteli de ilk olarak eski belediye başkanlarından Hacı Hasan Paşa'nın adıyla açılmış, daha sonraları 1930'larda altındaki Şükran Lokantası'na göndermeyle 'Yeni Şükran' adıyla yenilenerek hizmet vermeyi bugünlere dek sürdürmüş.

“Dünü bugünde yakalayabilmenin düşü”
Araştırdığınızda bir çok isme ve hikayeye rastlamak ve izlerini sürmek mümkün...Yeni Şükran Oteli gibi hayatını bir otel olarak sürdürmüş yerlerde, kapılara değip o upuzun koridorlarda dolaşırken bir zaman makinasına binmiş gibi olursunuz. Burada gerçek, yaşayan mekânlardan sözediyoruz, tepeden inme projelerle bir sahne dekoru haline getirilmiş mekânlardan sözetmiyoruz tabii. Yaşanmışlık muhafaza edilmişse, dünü bugünde yakalayabilmenin düşünü otellerin içinde yaşıyor olarak bulabiliriz, ama mekânı tarihine yabancılaştırırsanız, size araştırma yapmak için bile bir düş veremez.

İzmir Oteller Tarihi kitabım 2000 senesinde çıkmıştı ve yazılması yedi yıl sürmüştü, o arada çeşitli makamlara yazılar yazıp yıkılmaması için mücadele ettiğimiz Meserret Oteli tüm çabalara karşın yıkıldı ve Yeni Şükran Oteli -o bölgedeki, hâlâ yaşayan tarihi bir otel olarak- Kemeraltı'nda yalnız kaldı. İşte Emin'in sergisi ve fotoğrafları bende 'yeniden başlayabiliriz' duygusu yarattı. Ortam sizi yalnızlık ve imkansızlığın içine düşürdüğü anda -sanat için, bilim için, her şey için- tekrar ümit veren bir süreç aslında bu, Emin'e oteli bize tekrar hatırlattığı için çok teşekkür ediyorum.”


“Dünyanın en sessiz oteli” ile tanışma ve zamanını bekleyen fotoğrafçı
Bir yerel TV kanalında kameraman olarak görev yapan Emin Aydoğan, Yeni Şükran Oteli'ne ilk defa bundan üç yıl önce Kemeraltı'ndaki bir TV çekimi vesilesi ile adım attığını ve otele ilk girdiğinde zamanın durduğunu hissettiğini anlattı. 'Dünyanın en sessiz oteli ve en huzurlu yeri' olarak nitelediği Yeni Şükran'da kalmaya o zaman karar verdiğini söyleyen Aydoğan, “5 yıldızlı bir otele girersiniz, binlerce kapı pencere vardır, hepsi de size duvar gibi bakar. Burada ise her şey çok güzeldi, kapıdan girdiğim andan itibaren bir samimiyet hissettim. Duvarlarda bir sürü ayna, koridorlar boş, mobilyalar duruyor, her şey öylece duruyor, zaman orada durmuş gibi. Neticede orada kalmaya başladım. İnsanlar müthiş, fotoğraflarda bir çoğunu gördünüz, devamlı olarak orada yaşayan 'dedem' diyeceğim yaşlarda olan amcalarım, abilerim var, 15-20 senedir orada kalan insanlar var. Bir süre sonra fotoğraf çekmeye başladım, ama hâlâ makinayı gizlemem gerekiyordu, fotoğrafçı olarak varlığım farkediliyordu, 'zamanı gelmedi galiba' dedim, çünkü birilerinin hayatına girmeniz sözkonusu...3-5 ay geçti, sonra dönem dönem beni dürtmeye başladılar otele yeni bir insan gelince, fotoğrafını çeksene diye...O insanlarla yaşıyoruz, giderek ailemin fotoğraflarını çekiyor gibi oldum. Sergi zamanı gelince de, sergiyi otelde açma fikri beni o kadar heyecanlandırdı ki, serginin kendisinden bile daha güzel bir düşünceydi. Sergi günü, fotoğrafları otelin o uzun koridoruna astık, sabah tuvaletine banyosuna kalkan insanlar odalarından çıkıp bir heyecanla kendi fotoğraflarını arayıp buldular; işte, esas açılış oydu! Otel yaşadığı sürece de sergi orada kalacak. 10-15 günlüğüne gezmeye gidebilir sergi, ama oraya dönecek” dedi.

İzmir'e 1996'da öğrenim için geldiğini ve Kemeraltı ile de TV için çekim yaparken tanıştığını ifade eden Emin Aydoğan, çoğu İzmirli'nin Kemeraltı'nın kıymetini yeterince bilmediğine dair eleştirisini paylaştı ve sözlerine 'Kentin özeti bir yer Kemeraltı; kokusu... dokusu...Gözünüzü kapatın, Kemeraltı'nda bir yolculuk yapın, kokularla yolunuzu bulabilir veya güzel bir şekilde kaybolabilirsiniz. Şair abimiz Dinçer Sezgin'in dediği gibi: 'kuzey-güney-doğu-batı, bir de Kemeraltı...' Başka bir yön, 5. bir yön, Kemeraltı...Tavan arasında duran, ancak oraya çıkıp kapağını araladığımızda bir şeyler keşfedeceğimiz tozlu bir sandığa da benzetiyorum. Yeni Şükran Oteli ise bir insan gibi, çok seviyorum orayı...' diye devam etti.

“önce kalpte izlemek...”
Emel Kayın, bir fotoğrafçının 'çekeceğiniz şeyi önce kalbinizle izleyin' demesini anımsatarak, böyle mekânlara seyir nesnesi veya tüketilecek bir şey olarak bakılmaya başlandığını, insanların makinalarını kapıp 'oraya gidip ben de çekeyim' demesi fikrinin kendisini korkuttuğunu, halbuki Yeni Şükran Oteli'nin yaşayan bir yer olduğunu ve Emin Aydoğan'ın fotoğraflarını üretirken izlediği yolu bu yüzden çok doğru bulduğunu söyledi.

Kayın sözlerine şöyle devam etti: 'Böyle bir yeri çekecekseniz, böyle yapmanız gerekiyor. Öteki türlü, girip bir iki kesit çalıp çıkarsınız, çok da şık olabilir, size övgü de kazandırabilir, ama bu önemli değil, hiç bir şeye böyle yaklaşmamalıyız.
Burada bir hayat sürüyor, sürekli kalan insanlar var, dar mekânlara hayatlar sığdırılmış, detaylar var, bunları, bu imgeleri kavramak önemli ve bunu bir anda yapamazsınız. Bu fotoğraflara bakıp veya o mekânlara bakıp burada dile gelenin 'Bak orada çöküntü var!' olduğu zannedilebiliyor, halbuki burada söylenmek istenen bu değil. Otelleri sağlıklaştırmaktan lüks mekânlar yapmayı anladılar mesela; Meserret Oteli yıkıldığında 'tinercileri temizledik' demişti bana, konum sahibi birisi! Oradaki hayata saygı duymak gerek, oradaki hayatı kavramak gerek...İnsanlar Basmane Oteller Sokağı'na kafileler halinde gidip 'ne güzel olmuş' deyip gerçek hayatın ne olduğunu kavramıyor, 'orada insanlar yaşıyor, saygı duymak zorunda mıyız?’ diye sormuyorlar kendilerine...Dolayısıyla kent halkının gidip o binaların boyanmış cephelerini çekip 'güzel bir şeyler gördük' duygusu içinde evlerine dönmelerinde, mekânla-sanatla ilişkilerini böyle kurmalarında sorunlu bir yan var. Mekâna dair bir fotoğraf sergisi yapmak da, mekândan ve içinde yaşayanların algısından bağımsız değil. Yoksa bütün makinalarımızı alalım, yarın Yeni Şükran Oteli'nin kapısına dayanalım: 'E herkes bizim modelimiz!' Böyle bir fotoğrafçı bakışı var, ve bunu eleştiriyorum. Oraya daldıkları zaman, herkes onların hizmetinde ve poz vermek üzere hazır olmak zorunda, sinirleniyorlar, ben sinirlenen fotoğraf çeken insanlar gördüm. ‘Bir otelin kapılarını açarsa içeri almak zorunda’ Neden ki? Swiss Otel'e gidince içeri alıyorlar mı? Pat! diye fotoğraf çekebiliyor muyuz? Yeni Şükran Oteli'ne dalabilirler, adamın odasına girebilirler, poz vermesini isteyebilirler; biz olsak verir miyiz?”


“batıdan doğuya bakmak?”
Çizgelikedi Görsel Kültür Merkezi'nden Yalçın Çıdamlı da, yaygın belgesel fotoğrafçılık uygulamalarında genellikle konusuna dışarıdan bakan, 'batıdan doğuya', neredeyse 'oryantalist' denebilecek bir bakışın sözkonusu olduğunu ve belgesel fotoğrafın kırması gereken kodun bu olduğunu vurguladı.


(Yazı ve Etkinlik Fotoğrafları ©Çizgelikedi
)