Yazı: “Kentin Merkezine Seyahat“/Meltem Gürle

©Ayşen Ertango Özkaya
 


“zaman mı? değil zaman.
akan zaman değil mesafelerdir.

Yarımada – Cemal Süreya




KENTİN MERKEZİNE SEYAHAT


Bu sergi her gün farklı saatlerde aynı noktadan çekilmiş 3000’den fazla fotoğraf arasından seçilmiş görüntülerden oluşuyor. Ayşen Özkaya, bir şehir fotoğrafçısına özgü sabır ve özenle, son üç sene boyunca önünden akıp giden koca bir kenti büyük bir dikkatle gözlemiş ve incelikle kayda geçirmiş. Biz de onunla birlikte, kentin merkezindeki meydandan geçenleri izliyor ve kendimizi bütün bu hayatlara dair düşünürken buluyoruz. Bu insanlar kimdir? Nereden gelir, nereye giderler? Endişeleri, korkuları, sevinçleri nelerdir? Bize benzerler mi? Yoksa bambaşka mıdırlar?


Daha ilk fotoğraftan itibaren, Özkaya’nın görüntülediği varlıklara sevecenlikle yaklaştığını hissediyoruz. Anlıyoruz ki, onun bu sıcak bakışı kentin farklı sakinlerini aynı cömertlikle kucaklamış. Sevecen deyince, akla katıksız iyimserlik gelmesin: Penceresinden görünen dünyayı olduğu gibi göstermekten kaçınmayacak kadar cesur, sokak hayvanları da dahil olmak üzere kentin merkezine seyahat eden hiçbir canlıyı dışarıda bırakmayacak kadar adil bir bakış bu.


Kentin tüm sakinlerinin gelip geçtiği meydana açılan bir pencerenin önünde oturmak bir fotoğrafçı için bulunmaz bir nimet olsa gerek. Ne var ki, o pencerenin sonsuz olasılıklarla dolu bir dünyaya açıldığını görebilmek için aynı zamanda hikayeci de olmak lazım gelir. Özkaya, hepsi birbirinden farklı hayatlara açılan bu fotoğraflarda, tam da bunu yapıyor. Kimine aşina olduğumuz kimine yabancı kaldığımız hayatların hikayelerini anlatıyor. Üstelik bunu izleyiciyi hiç zorlamadan ve sesini yükseltmeden yapmayı başarıyor. Kağıt toplayıcılardan plaza çalışanlarına, alışverişe çıkmış ev kadınlarından göçmen çocuklara kadar birçok kişinin hayatından küçük bir bölümü bize gösteriyor. Bazısı omuzları çökmüş ve bıkkın, bazısı yüzünü güneşe dönmüş ve umutlu, bazısı sakin bazısı öfkeli, bütün bu kişileri art arda izliyoruz. Kavuşmalar ve vedalar, beklenmedik karşılaşmalar, sessizce beklemeler ve uzun sürmüş gibi görünen konuşmalar. Özkaya, kentin bütün canlılığını, neşesini ve düş kırıklıklarını tek bir planda toplamayı başarıyor. Böylece, bir hayat başka hayatlara açılıyor, bir fotoğraf diğerlerinin anahtarı haline geliyor, kentin büyük hikayesi yavaş yavaş önümüzde oluşmaya başlıyor.


Yine de Özkaya’nın fotoğraflarının gerçek gücü başka bir yerden geliyor. Fotoğrafların hepsini yan yana koyduğumuzda, onların zamanla ilgili olduğunu hissediyoruz. Önümüzdeki bütün figürler kadrajdan geçip gidiyor ve sonunda gözden kayboluyor. Meydanın geometrik taşları üzerinde uzayıp kısalan gölgeler, ileri geri yürüyen insanlar, rüzgarda uçuşan etekler, savrulan saçlar bize sahnenin sürekli değiştiğini ve zamanın hiç durmadan akıp gittiğini söylüyor. Sabahtan akşama, yazdan kışa, hatta yıldan yıla meydan da farklılaşıp değişiyor. Bunun güncel olaylarla ve büyük kentlerin son yirmi yıldır maruz kaldığı hızlı dönüşümle ilgisi var elbette. Ama Özkaya’nın fotoğrafları, bu özel tarihin kaydını tutmaktan çok daha fazlasını vaat ediyor: Sürekli bir devinim içindeki insanları, hayvanları, araçları izlerken, akanın aslında zaman değil mesafeler olduğunu anlıyoruz. Buradaki varlığımızın geçiciliğini derinden hissediyor, hayatın yok oluşa doğru evrilmesinin kaçınılmaz olduğunu fark ediyoruz.


Bu sonsuz akış içinde sabit kalan tek şey fotoğrafçının bakışı. Onun değişmeyen pozisyonu izleyiciyi rahatlatıyor ve soluklanabileceği bir alan açıyor. Dahası, ona aslında bildiği ama sık sık unuttuğu bir gerçeği, yani zamanın kuvvetine karşı durabilenin sadece sanatın kendisi olduğunu hatırlatıyor.


Meltem Gürle

Eylül 2019